06.07.2025

Tüm Kötü Şeyler ‘Algoritma’ Yüzünden Olabilir mi?

Giriş: Kötülüğün Yeni Adı mı?

Eskiden bir şey kötü gittiğinde suçu ya kadere, ya merkür retrosuna, ya da patrona atardık. Ama son birkaç yıldır yeni bir günah keçimiz var: algoritma. Sosyal medyada görünmüyor muyuz? Algoritma bozdu. YouTube izlenmelerimiz mi düştü? Algoritma yüzünden. Flört uygulamasında hep aynı tip insanlar mı çıkıyor? Algoritma kurbanıyız. Hatta artık öyle bir noktaya geldik ki, “niye canım sıkılıyor?” diye düşündüğümüzde bile akla ilk gelen cevap: “algoritma öyle uygun gördü.”

algoritma

Peki bu “algoritma” dedikleri şey gerçekten her kötülüğün sorumlusu mu? Yoksa biz, bizim dışımızda çalışan bir sistem icat edip tüm sorumluluklarımızdan kurtulmaya mı çalışıyoruz? İşte bu yazı, bu sorunun peşine düşüyor. Mizahla, sorgulamayla ve elbette algoritmik bir düzen içinde. Hazırsanız “sizi seçtiğimiz içeriklerle başlıyoruz.”

1. Bölüm: Algoritmanın Asıl Tanımıyla Başlayalım

“Algoritma” kelimesi, kulağa sanki kötü kalpli bir varlığın ismi gibi gelse de aslında oldukça sade bir matematiksel kavramdır. Temel olarak algoritma, bir problemin çözümü için izlenecek adımlar dizisidir. Yani mesela: “Sabah uyan, diş fırçala, kahve yap, ofise git” gibi bir liste de algoritmadır. Ama tabii kimse bu tanımı hatırlamıyor, çünkü 2020’lerden sonra bu kelime bir yazılım canavarına dönüştü.

Şimdi ise sosyal medyada ne görüp ne göremeyeceğimizi, kimi sevip kimi dışlayacağımızı, neye gülüp neye sinirleneceğimizi belirleyen bir tanrıya dönüştü. Ve bu tanrı oldukça manipülatif.

Çünkü artık kararlarımızın çoğu görünmeyen bir sıralama motoruna dayanıyor. TikTok’ta neden hep köpek videoları geliyor? Çünkü algoritma, seni “patili içerik sevici” olarak etiketledi. YouTube’da neden hep aynı siyasi görüşte içerikler çıkıyor? Çünkü algoritma seni kendi yankı odana hapsediyor. Yani algoritma, farkında olmadan bizim dünyayla olan etkileşimimizi filtreliyor. İyi mi bu? Tartışılır.

2. Bölüm: Algoritma Ne Zaman Kötüleşti?

Aslında algoritmalar hep vardı ama kimsenin umrunda değildi. Google aramalarında ne çıkarsa ona bakıyorduk, Facebook’ta arkadaşlarımızın saçma tatil fotoğraflarını beğeniyorduk, hayat basitti. Ama sonra bir gün… Timeline’lar değişti. İçerikler sıralanmamaya başladı; seçilmeye başladı.

Önce kronolojik akışlar gitti. “En son ne paylaşıldı?” yerine “senin için en iyi ne olabilir?” sorusu geldi. Bu da demekti ki, sistem artık bizim adımıza karar vermeye başladı. Bize daha fazla ‘katılım’ getiren, bizi daha uzun süre uygulamada tutan içerikler önceliklendirildi. Bu da zamanla çarpık bir dünya algısına sebep oldu.

Gerçek dünyada herkes her şeye gülmez ama algoritmaya göre en çok gülümseten içerik, en çok yayılır. Böylece hepimiz sürekli mutluymuş gibi davranan insanlarla dolu bir simülasyonda yaşıyoruz. Halbuki gerçeklik, ortalama bir salı sabahı gibi: sıkıcı, sessiz ve kahvesiz.

3. Bölüm: Algoritmalar Bizi Ne Kadar Tanıyor?

Algoritmalar sandığımızdan çok daha fazlasını biliyor olabilir mi? Cevap: Evet. Ne zaman neye tıkladığını, videoyu kaç saniyede geçtin, yorumlara baktın mı, beğenip sonra vazgeçtin mi… Tüm bu mikro davranışlar birer veri ve bu veriler sürekli işleniyor. Algoritmalar bizi izliyor derken, espri yapmıyoruz.

Mesela sen “kedi videosu”na bakmadığını sanıyorsun ama üç saniyeden fazla durduysan, sistem not alıyor: “Bu kullanıcı kediye ilgisiz değil.” İşte bu yüzden üç gün sonra kendini “kediyle yoga yapan adamlar” kanalında buluyorsun. Seninle aynı siyasi görüşü paylaşan hesaplara ilgi gösterdiysen, karşına sürekli o görüşten insanlar çıkıyor. Böylece dünya sadece senin gibi düşünen insanlarla dolu sanıyorsun. Algoritmalar filtre değil, mercek haline geliyor. Herkes kendi versiyonunu izliyor, ama ortak gerçeklik yok.

Bizi daha iyi tanıyan bir yapı iyi mi kötü mü? Cevap: niyetine göre değişir. Ama şu kesin: Biz artık kendi seçimimizi yaparken bile algoritmanın bizi nereye yönlendirdiğini fark etmiyoruz.

4. Bölüm: Flörtten Habere, Algoritmanın Uzandığı Her Yer

Artık her şey algoritmayla işliyor. Flört uygulamasında eşleştiğin kişiden, gördüğün haberlere kadar. Aşk bile sıralanıyor. “Sana en uygun eşleşme” diye sundukları kişiyle gerçekten mi uyuşuyorsun, yoksa algoritma seni biraz daha uygulamada tutmak mı istiyor? O kişiyle konuşmaya başladıktan sonra uygulamanın “5 gün aradan sonra yeniden giriş” ödülünü göndermesi sence tesadüf mü?

Haber siteleri de farklı değil. Daha çok tıklanan başlıklar daha görünür oluyor. Peki en çok ne tıklanıyor? Tabii ki felaket, skandal, öfke, korku. Çünkü duygusal tepki uyandıran içerikler daha çok etkileşim alıyor. Bu da demek oluyor ki algoritma, bizi bilgiye değil, duygusal çöküşe götüren içeriğe yönlendiriyor. Manipülasyonun mekanik hâli gibi düşün: algoritma sadece ne istediğimizi değil, neye tepki vereceğimizi de ölçüyor. Ve sonra bize o içerikleri yığıyor.

Böylece dünya daha kötü, insanlar daha aptal, umut daha az gibi görünmeye başlıyor. Halbuki dünya hep karmaşıktı, ama şimdi sadece “en dramatik” versiyonunu görüyoruz. Teşekkürler algoritma.

5. Bölüm: YouTube, TikTok, Instagram – Kimi Seveceğimizi Bilen Makineler

Eskiden biri “sana bir video göstereyim” derdi. Şimdi YouTube “senin için mükemmel bir video seçtim” diyor. TikTok açılıyor ve daha sen ne izlemek istediğini düşünmeden bir içerik pat! karşında. Instagram’da 15. saniyede durduğun story, 16. saniyede algoritmaya bilgi oluyor. Sosyal medya artık sadece etkileşim alanı değil; duygusal reaksiyon üreten bir fabrikaya döndü.

Platformlar seni tutmak istiyor. Ve bunun için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Kimi zaman en sevdiğin türde içerikler, kimi zaman seni öfkelendirecek şeyler. Çünkü bir şeye sinirlenmen de bir “katılım” biçimi. Yorum yazarsan daha iyi, çünkü algoritma seni sistemin bir parçası olarak tanıyor. İstersen küfret, yeter ki yaz. Sen sinirlendikçe sistem seni ödüllendiriyor: “Bak sana daha fazla sinirlenebileceğin içerik buldum.”

Bu noktada artık bir şey fark etmeye başlıyoruz: Biz içerik izlemiyoruz. İçerikler bizi izliyor. Ve bizim kim olduğumuzu bizden önce öğrenip, ona göre şekilleniyorlar. Karşılıklı sevgi gibi… ama tek taraflı manipülasyonla.

6. Bölüm: “Keşfet’e Düşemeyenler Cemiyeti” ve Görünmez Olma Hissi

Sosyal medyada içerik üreten herkesin ortak bir korkusu vardır: algoritma tarafından görmezden gelinmek. Yazı yazarsın, video çekersin, paylaşım yaparsın… ama görüntülenme sıfıra yakınsa ilk düşündüğün şey “beni algodan sildiler” olur. Bu dijital yalnızlık hali, bazen gerçek hayattaki yalnızlıktan daha acı verir.

Keşfet'e çıkmak bir zamanlar sadece eğlenceliydi. Şimdi ise bir tür sosyal onay, bir tür varoluşsal kurtuluş gibi. “Beni gören oldu mu?” diye değil, “algoritma beni beğendi mi?” diye bakıyoruz. Bu da yeni bir stres türü: algoritmik kaygı.

Hele ki işini dijital içerikle yapanlar için algoritmanın duygusal sonuçları var. Bir gün içerik patlar, havalara uçarsın. Ertesi gün aynı tarz içerik çöker, motivasyonun biter. Çünkü kontrol sende değil. Kararı sen vermiyorsun. Bir uygulamanın gizemli mekanizması seni ya parlatıyor ya da unutulmaya itiyor.

İnsanlar da buna tepki olarak kendilerini değiştiriyor. Daha dikkat çekici olmak için bağırıyor, abartıyor, provoke ediyor. Çünkü algoritma, “ne kadar uç nokta, o kadar görünürlük” ilkesini pek seviyor. Sonuç? Normal olan arka planda kalıyor, çılgın olan en önde yürüyor. Dijital kalabalığın içinde normal olmak artık görünmezlik demek.

7. Bölüm: Algoritmalarla Birlikte Yaşamak Zorunda Mıyız?

Gerçek şu ki, algoritmalardan kaçmak artık mümkün değil. Bu yazıyı okuduğun cihazdan tut, dinlediğin müziğe, izlediğin dizilere kadar her şey bir algoritmanın izinden geliyor. Günlük hayatımızın neredeyse tamamı artık bu görünmez sistemlerin filtrelerinden geçiyor. Ama bu, çaresiz olduğumuz anlamına gelmiyor.

Algoritmaların farkında olmak bile, onları daha bilinçli kullanmamıza yardımcı olabilir. Mesela sadece “en çok önerilen” değil, bilinçli olarak arama yaparak farklı içeriklere ulaşabiliriz. “Beni sinirlendiren videoyu değil, gerçekten düşündüreni izleyeyim” diyebiliriz. Belki de dijital dünyada da ‘diyet’ yapmak gerekir: az uyarıcı, az dram, az algoritma.

Ve elbette dijital dünyada gerçek dostluklar, gerçek meraklar, gerçek üretimler de mümkün. Ama bunun için algoritmaların bizi sürüklediği yöne değil, bizim seçtiğimiz yöne gitmemiz gerekiyor. Zor mu? Evet. Ama en azından artık kimin suçlu olduğunu biliyoruz.

Kapanış: Kötü Olan Algoritma mı, Biz miyiz?

Algoritmalar birer araç. Ne iyi ne kötü. Onlara yüklediğimiz anlamlarla şekilleniyorlar. Eğer biz sadece dikkat çekeni, öfkelendireni, abartılanı ön plana çıkarırsak; algoritma da onu çoğaltır. Çünkü algoritmalar, biz ne istiyorsak onu veriyor. Belki de korkmamız gereken algoritmalar değil; onların bizim zaaflarımızı bu kadar iyi anlaması.

Yani evet, bazı kötü şeyler algoritma yüzünden olabilir. Ama asıl kötü olan, algoritmanın bizim karanlık yanımızı bu kadar iyi tanıması olabilir. O zaman belki şu cümleyi değiştirmemiz gerekiyor:

“Tüm kötü şeyler algoritma yüzünden” değil; “algoritma bizim kötü tarafımızı büyütüyor.”

Tüm Kötü Şeyler ‘Algoritma’ Yüzünden Olabilir mi?
Bu makalenin telif hakkı ve tüm sorumlulukları yazara ait olup, şikayetler için lütfen bizimle iletişime geçiniz.
URL:

Yorumlar

  • Bu makaleye henüz hiç yorum yazılmamış. İlk yorumu yazan siz olabilirsiniz.

Bu yazıya siz de yorum yapabilirsiniz

İnternet sitemizdeki deneyiminizi iyileştirmek için çerezler kullanıyoruz. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz. Daha fazla bilgi.